Sistemik Dönüşüm ve Küresel Güç Rekabeti

4/27/202514 min read

Eriyen Amerikan Hegemonyası ya da “Pax Americana” dan “Post-American Era” ya

II. Dünya Savaşı esnasında (1941) Pasifik kıyılarında gerçekleşen ve ABD’yi geleneksel izolasyonist politikasını terke zorlayan gelişmeler münferit olarak kalmamış ve savaş sonunda önce yaşlı kıta Avrupa’yı sonra “çevreleme stratejisi” gereği dünyanın bütün coğrafî bölgelerindeki müttefikleri güven ve koruma altına alma refleksi Washington’u giderek “dünyanın jandarması” haline getirmiştir.i Günümüzde ise ABD Başkanı Donald Trump bu rolün sürdürülmesine itiraz etmekte; “dünyanın jandarması olmayacağız” derken ve “First America! (Önce Amerika!)” sloganıyla ulusal çıkarların önceleneceği mesajını vermektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde etkileri daha güçlü bir biçimde hissedilen Amerikan hegemonyası post-Sovyet dönemde “antitezini” oluşturmak için kâh “radikal İslam’ı”, kâh “saldırgan Rus yayılmacılığını” bazen de Ortadoğu’da “şer ekseni/axes of evil” ilan ettiği unsurları kendi küresel konumunu tahkim etmek ve meşrulaştırmak için söylem ve eylem safhalarında hep bir “güvenlikleştirme” aracı olarak kullanmıştır. ABD’nin küresel stratejisinde eksik kalan taraf ise sistemik hegemonyasının C. Kindleberger’in de ifade ettiği gibi çoğu kez “küresel bir hegemon” olarak ekonomik ve siyasal açılardan “iş birliği”, “koordinasyon” ve “rızaya” dayanmaması olmuştur.ii ABD’nin uluslararası hukuka aykırı bir biçimde gerçekleşen Panama, Somali, Afganistan ve Irak’taki askeri müdahaleleri aynı zamanda kendisinin global ölçekte ekonomik kaynakların kontrolüne ve neo-sömürgeciliğe yönelen bir “süper güç” olarak tanımlanmasını doğurmuştur. Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi küresel ve bölgesel aktörlerin bu süreçte sivrilmeye başlaması ise Fareed Zakaria’nın teziyle örtüşür bir biçimde siyasal ve ekonomik açılardan bir “Post-Amerikan dünyaya/Post-American World” gidildiği argümanını ve “çok-merkezlilik/çok-kutupluluk (multi-polarism)” savını güçlendirmeye başlamıştır.

Amerikan Hegemonyasının Krizleri ve Dönüşen Uluslararası Sistem

Aslına bakılırsa “liberal demokrasi” ve “piyasa kapitalizmi” üzerinde yükselen “Pax Americana” dönemi ya da “Amerikan hegemonyası” Soğuk Savaş döneminden günümüze birçok çetin sınamalardan geçmiş ve bunlardan en büyüğü ise en sona saklanmıştır. 2019’da ortaya çıkan ve uluslararası sistemin bir bütün olarak deneyimlediği Covid-19 küresel sağlık krizi/pandemisi aynı zamanda ABD’nin küresel liderlik krizi olmuştur. Global ölçekteki sorunları yönetmede yetersiz ve işlevsiz kaldığı görülen ve giderek artan bir biçimde dünya politikasının önemli sorunlarına karşı kayıtsız kalmayı tercih eden Washington, en yakın müttefikleri ile dahi anlaşmazlık içerisine düşmüştür.iv NATO ve AB gibi Batı hegemonyasının en önemli iki kalesi transatlantik ittifakın çatlaklarına sahne olmuş, bir bütün olarak varlık gösterme ve hareket etme yetisini kaybeden Batı ittifakı küresel problemlere çözüm getirmekte zorlanmaya başlamıştır. Bu noktada “alternatif norm üreticileri” diyebileceğimiz aktörler ortaya çıkarak sistemdeki jeopolitik güç boşluklarını süratli bir biçimde doldurma yetisi göstermiş ve uluslararası sistemi kritik hamleleriyle dönüştürmeye başlamıştır. Uluslararası sistemdeki dönüşüm sadece Atlantik merkezli Batı hegemonyasına meydan okumalarla şekillenmemiş, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve askeri, ekonomik, siyasi sacayakları bulunan kurumsal düzen de küreselleşen dünyada birçok ihtiyaca cevap verememeye başlamıştır. BM Güvenlik Konseyindeki gayrı-meşru ve hakkaniyetsiz yapı başta olmak üzere Soğuk Savaş sonrası dönemde artan hibrit tehditler, etnik milliyetçilik, nükleer silahların yayılması, mezhep savaşları, savaşın değişen doğası ve devlet-dışı aktörlerin sayısının artması gibi güvenlik sorunları II. Dünya Savaşı sonrasında temelleri atılan uluslararası kurumlarla üstesinden gelinemeyecek bir seviyeye ulaşmıştır. Bölgesel ve uluslararası düzeyde BRICS, ŞİÖ, MIKTA ve TDT (Türk Devletleri Teşkilâtı) gibi kurumsallaşmaların dünya politikasına etkin bir biçimde eklemlenmeleri siyasal, ekonomik ve diğer açılardan küresel siyasetin merkezini Atlantik’ten Asya’ya doğru taşımaya başlamıştır. Yine bu coğrafyadaki bazı devletlerin global düzeydeki “dolarizasyon” sistemine darbe vuracak açıklamalarda bulunması ve pratikte dolar/$ yerine kararlaştırılan ulusal para birimlerini kullanmaya başlaması Washington ittifakına yönelen en büyük ekonomik tehditlerden birini oluşturmuştur.

“Batısızlık (Westlessness)”, “hakikat-sonrasılık (post-truth)”, “devletlerarası çok-katmanlı (kompartmantalize edilmiş) ilişkiler”, “tekno-feodalizm” ve “hiper-küreselleşme” gibi özellikleri bulunan sistemdeki dönüşüm gerçeği uluslararası çapta başlayıp dalgalar halinde bölgesel, yerel, ulusal ve toplumsal düzeylere kadar sirayet ederken modern devletin/ulusdevletin egemen bir birim ve aktör olarak egemenliğinin ulus-altı ve ulus-üstü düzeylerde tartışmaya açılarak çeşitli devlet-dışı aktörler tarafından bölüşülmeye ve/veya parçalanmaya çalışılması da bu dönüşüm ve geçiş döneminin en belirgin özelliklerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.

Doğudan Gelen “Büyük Düşman” ve Küresel Rekabet

Böyle bir ortamda Batı ittifakını daha doğrusu Washington yönetimini esas tedirgin edici gelişme ise ekonomik ve ticari açılardan küresel ölçekte muazzam bir yayılma ve nüfuz elde eden Çin Halk Cumhuriyeti’nin (kısaca Çin) sistemdeki özgül ağırlığının artması olmuştur. Çin, 1970’lerden itibaren hızlı bir biçimde endüstrileşmeye yönelen, ucuz iş gücü ve kitlesel üretim gibi demografik ve ekonomik avantajlarla gizliden gizliye büyüyen bir ticarî güç iken politik ve diplomatik olarak ise başta ABD olmak üzere dünyanın geri kalanıyla bir “tanınma” sorununa sahip olmuştur.vii Pekin yönetimi Soğuk Savaş döneminde ve günümüzde dünyanın değişik bölgelerindeki ülkelerle geliştirdiği ticaret, ekonomi, savunma sanayii, enerji vb. alanlardaki karşılıklı bağımlılık ilişkileri yanında yumuşak güç enstrümanlarını ön planda tutmuştur. Keza doğrudan Çin hükümetinin finanse ve organize ettiği “Konfüçyüs Enstitüleri” günümüzde küresel ölçekte geniş bir yayılma göstermektedir.viii Yine sözgelimi Ortadoğu bölgesindeki angajmanını giderek artıran Pekin, İran ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşme görüşmelerinde başrol oynarken “Ulusal Mutabakat Hükümetinin” kurulması için Filistinli aktörleri bir araya getirmiş böylelikle diplomasi ve müzakere alanlarında domine edici bir aktör konumuna yükselmiştir.

Bölgesel ve uluslararası düzeydeki etkinliği giderek artan Çin’in öne çıkan “küresel aktör” profili yukarıda da belirttiğimiz üzere Washington’u giderek rahatsız etmeye başlamış, bu rahatsızlık kendisini en fazla ekonomi ve ticaret alanlarında göstermiştir. Covid-19 Pandemisi öncesinde Çin’e yönelik yüksek gümrük duvarları uygulayan ve “ticaret savaşlarını” başlatan Donald Trump aynı girişimlere “Trump 2.0” döneminde de devam etmiştir. 1964’te ilk nükleer denemeleri gerçekleştirerek “nükleer kulübe” dahil olan Pekin yönetimi 50 yıldan kısa bir zaman dilimine teknolojik, endüstriyel ve ticari gelişimini sığdırarak özellikle küresel ekonomi boyutunda ABD ve AB ülkelerini geride bırakmış durumdadır. Çin’in bu muazzam yükselişi karşısında yıllık borç faiz ödemesi 1,5 trilyon dolara ve bütçe açığı da 2 trilyon dolara ulaşan ABD, Pekin ile arasında ekonomik göstergeler bakımından giderek yükselen grafiğe yön vermek için Avrupalı müttefiklerine verdiği güvenlik taahhütlerinden sıyrılmaya çalışmakta ve kendi savunma sanayisi ve enerji sektörü için pazar arayışına girmektedir.

Çin’in özellikle yakın bir geçmişte uygulamaya koyduğu “Kuşak ve Yol Girişimi” bağlamında ABD’yi küresel ekonominin geleceği konusunda endişelere sevk ederken küresel hegemonyası zayıflamakta olan ABD’nin Avrupa ve Ortadoğu’daki müttefikleriyle hayati derecede ekonomik karşılıklı bağımlılık ilişkileri tesis etmiştir. Rusya’nın Wagner eksenli askeri etkinliğinin yanı sıra, Çin de “borç diplomasisi (debt trap)” çerçevesinde Afrika kıtasındaki konumunu her geçen gün sağlamlaştırmaktadır. Pasifik’te Tayvan ve Güney Çin Denizi bağlamındaki gerginlikler geçerli iken, Ukrayna Krizi arifesinde hareketlenen Balkanlar, ABD’nin kaçar gibi terk etmesinin ardından hâlâ hengâmenin dinmediği Afganistan, Güney Kafkasya’da zor şartlarda tesis edilen “kırılgan barış durumu”, Ortadoğu ve Afrika’da ateş çemberine dönen Suriye, Libya, Yemen, Somali ve Filistin’de gibi çatışma bölgeleri aynı zamanda vekil unsurlar üzerinden ABD-Rusya ve ABD-Çin jeopolitik güç mücadelesini gündeme getirmiştir.

Nitekim bahse konu açıklamalar ve makroekonomik göstergeler ve/veya veriler ışığında Çin’in ABD’nin küresel stratejisinde ve hegemonya mücadelesinde “büyük düşman/tehdit” şeklinde kodlanarak hedef haline getirilmesi Washington’un günümüzde odaklandığı en önemli meseledir.

Global Pazarlık ve Anlaşmazlıkların Gölgesinde “ABD-Rusya-Çin İlişkileri”

ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde global stratejisi sistemde yer alan aktörlerin kendi çizdiği role göre hareket etmesi ve hegemonyasına meydan okumaması üzerine kurulu iken özellikle 2000’lerden sonra artan küreselleşme, etnik çatışmalar, nükleer silahların yayılması tehdidi, Ortadoğu’da şok etkisi yaratan Arap Devrimlerinin baş göstermesi vb. gibi gelişmeler Washington’un küresel krizler karşısındaki liderlik formunu aşındırırken yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Özellikle “Trump 1.0” ve “Trump 2.0” dönemlerinde AB ile görüş ayrılıklarının artması yanında küresel iklim değişikliğinin doğurduğu sonuçlar, Covid-19 pandemisinin miras bıraktığı küresel tedarik zincirindeki bozulma ve global resesyon Soğuk Savaş sonrası dönemde kurumsallaşan Washington ittifakının dağılmasına yol açarken bu ittifakın önderlik ettiği uluslararası sistemi yeni güvenlik tehditleriyle tanıştırmıştır. Dahası Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz, Kafkasya, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da ortaya çıkan ve yayılma eğilimi gösteren sıcak savaş ve çatışma ortamı, bu krizlere etkin bir müdahale yeteneği geliştirmeyen ve kayıtsız kalan ABD’nin uluslararası siyasetteki egemen rolünü sarsmış ve sistemdeki istikrar sağlayıcı egemen güç rolüne olan inancın ortadan kalkmasına yol açmıştır.

Buna rağmen ABD bir yandan sistemdeki egemen rolünü sürdürülebilir kılmak diğer yandan da güç dengesinde kendisini bertaraf edecek gelişmeler karşısında pro-aktif davranabilmek için rakip ve hasım güçler olan Moskova ve Pekin ile yer yer çatışmaya yer yer de iş birliğine evrilen bir süreci gündemine almıştır. Bu bağlamda “savaşları bitireceğim” iddiasıyla yola çıkan Donald Trump Ukrayna’daki savaşın sona ermesi için bir yandan Zelensky hükümetine baskı yaparken diğer yandan da Suudi Arabistan aracılığıyla Putin ile istişarelere devam etmektedir. Ancak aynı ABD, Rusya’nın enerji sektöründeki tekelini kırmak için alternatif girişimlere önem vermekte, enerji arzının artırılması ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi amacıyla küresel ekonomi politikasının bir unsuru olarak Orta Asya bölgesindeki rezervlerle yakından ilgilenmekte ve bu bölgedeki Türkî devletlerle yakın ilişkiler kurmaya çalışmaktadır.xiii Yine Çin’e yönelik olarak ise yüksek gümrük tarifeleri belirleyen Trump yönetimi, Amerikan çıkarlarını önceleyen durumlarda ise Pekin ile diyalog ve iş birliğinden kaçınmamaktadır. Trump’un ilk dönemine nazaran ikinci döneminde (Trump 2.0) Çin ve Rusya ile rekabet etmek yerine bu aktörlerle küresel politikayı ilgilendiren önemli konularda birlikte çalışmak istediğine dair bir perspektif öne çıksa da Ukrayna, Tayvan gibi çatışma bölgelerinde rakiplerinin hamlelerini kontrol altında almak istediği de bir gerçek.

Sonuç Yerine

“Büyük güç rekabetinin” adeta geri döndüğü ve jeopolitik kırılmaların yaşandığı günümüzdeki uluslararası sistem, Soğuk Savaş sonrası dönemde deneyimlediği 2008 finans krizi, 2011’den bu yana Arap devrimleri, 2019 Covid-19 Pandemisi, 2022-Ukrayna Savaşı ve 2023 Aksa Tufanı operasyonu gibi bölgesel ve küresel ölçekte kriz yaratan güvenlik problemleriyle mücadele ederken buna “küresel liderlik krizi” ve ABD hegemonyasındaki norm-bazlı liberal düzenin temelinden sarsılarak dönüşüm içerisine girmesi de eklenmiştir. İçerisinden geçmekte olduğumuz uluslararası sistemin “dönüşüm” evresi eskinin henüz yok olmadığı yeninin de henüz doğ(a)madığı bir döneme tekabül ederken eskiyi tamamen yok edecek ve yeniyi de berrak bir biçimde ortaya çıkaracak dinamiklerin ise günümüzde yaşanan gelişmelerde saklı olduğunu belirtmek gerekmektedir. Küresel ve bölgesel aktörlerin hamleleriyle şekillenen yeni uluslararası sistem; çeşitli alternatifler arasında sarkaç misali gidip gelirken; ABD, Rusya, Çin, AB gibi küresel/majör aktörler yanında Türkiye, Brezilya, Hindistan, İsrail gibi bölgesel aktörler de jeopolitik bir güç mücadelesi vererek güç dengesini lehine çevirmek için uğraşıyor.

Suriye, Ukrayna, Tayvan, Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Afrika gibi coğrafyalarda yoğunlaşan vekil-savaşlar ve güç rekabeti ABD Başkanı Donald Trump’un söylemleri ve diplomasiyi zorlayan girişimleriyle her geçen gün farklı bir gündemle karşımıza çıkıyor. ABD’nin bu bağlamda Deep Seek girişimiyle yapay zeka savaşlarında kendisine önemli bir fark atan Çin’i yakalamak, nadir toprak elementlerine sahip olabilmek ve en önemlisi Pekin’i dengelemek bakımından Kanada, Panama ve Grönland işgallerini gündeme getirmesi modern uluslararası sistemin dayanakları olan “devletlerin egemen eşitliği”, “sınırların dokunulmazlığı”, “savaşın bir dış politika aracı olarak terk edilmesi”, “güç kullanmaya yasağı” ve “iç işlerine müdahale etmeme” gibi temel uluslararası hukuk ve liberal-modern dünya düzeni normlarını iyiden iyiye yıpratıyor. Keza aynı normlar Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin Irak ve Afganistan işgalleri yanında Rusya’nın revizyonist politikaları çerçevesinde 2008-Güney Osetya, 2014- Kırım ve 2022-Ukrayna işgallerinde de hiçe sayılmıştır. Nitekim ideal olanı değil realist olanı söylemde açığa vurarak yücelten ve “haklı” olmanın yetmediği aynı zamanda “güçlü” olmanın gerektiğini salık veren aktörlerden/birimlerden oluşan günümüz uluslararası sistemi Gazze’deki İsrail katliamı kapsamında ise bütün değerlerini ve inandırıcılığını yitirmiş durumdadır.

ABD’nin Trump döneminde Rusya karşısında Avrupa’yı yalnız bırakma stratejisi bir yandan transatlantik ittifakta yeniden çatlaklara sebep olurken diğer taraftan yıllardır “stratejik otonomisini” ve “ortak savunma ve güvenliğini” sağlayamamış olan Almanya başta olmak üzere AB ülkelerine krizi fırsata çevirme olanağı vermektedir. Bu durum ise Almanya’nın savunma bütçesindeki artış yanında anti-balistik füze kabiliyeti içeren karaya konuşlanmış entegre bir Avrupa hava savunma sistemi inşa etmeyi amaçlayan “Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi (European Sky Shield Initiative)” gibi girişimlerin yeni dönemde artmasını içeren bir duruma doğru evrilme potansiyeli taşımaktadır.

ABD ve Rusya arasında Nadir toprak elementleri üzerinden bir pazarlık ve paylaşıma konu olan Ukrayna yeni dönemde ABD-Rusya ve dolaylı olarak ABD-Rusya-Çin ilişkilerini etkileme niteliğine sahip önemli bir değişken olarak öne çıksa da Trump’un Ukrayna’yı Çin ile olan ilişkilerinde Rusya üzerinden bir kaldıraç olarak kullanma olasılığı da göz ardı edilmemelidir. ABD’nin Soğuk Savaş sonrasında değişen küresel stratejisinin bir parçası olarak Rusya’yı SSCB’ye uyguladığı gibi bir çevrelenecek bir düşman olarak görmediği fakat bunun tam tersini Pekin için değerlendirdiği kuvvetle muhtemel. Nitekim bunu pratikteki en önemli göstergelerini Ukrayna Savaşını bitirmek için yoğun mesai harcayan Trump yönetiminin Rusya’ya yönelik gerilim azaltıcı politikaları ile ekonomik ve teknolojik alanlarda Çin’i dengelemeye yönelmesi oluşturuyor. Küresel rekabette Çin’in önüne geçmeye çalışan Washington’un bunu gerçekleştirmesi kapsamlı bir toplumsal/ulusal strateji yanında tüm gücünün ve politik dikkatini Çin’i ekonomik alanda dengelemeye vermesi gerekiyor. Bu ise uluslararası siyasetteki diğer gelişme ve dinamiklere bağlı olduğu gibi ABD için de katlanılması gerekli birtakım maliyetleri içermiyor değil.

Dr. Mehmet BABACAN*

AÇIKLAMA

*Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Araştırmacı, Yazar -Çalışmada belirtilen görüşler yazarın kendisine aittir. Çalışmanın paylaşıldığı diplomatik, akademik, bilimsel, aktüel platform, organizasyon, oluşum vb. bunları benimsediği ve dikte ettiği anlamı çıkarılamaz. -Çalışma hazırlanırken faydalanılan akademik ve bilimsel kaynaklara usulüne uygun olarak aşağıda referans verilmiştir.

NOTLAR i ABD’ nin “çevreleme stratejisi” ve tarihi kökeni hakkında ayrıca bkz: George F. Kennan, The Long Telegram: A 1946 Call for Containment of the Soviet Union, Cosimo Classics, New York: 1946. ii Charles P. Kindleberger’in “hegemonik istikrar teorisinde (hegemonic stability theory)” küresel hegemon gücün hâkimiyeti/hegemonyası sistemin diğer aktörleriyle gerçekleştirilecek yakın iş birliği ve koordinasyona dayanmalıdır. Böyle davranan bir hegemon güç, sisteme istikrar kazandırma alternatifine sahip olacaktır. bkz: Michael C. Webb and Stephen D. Krasner, “Hegemonic stability theory: an empirical assessment”, Review of International Studies, 15 (1989), 183-98 (at 195). Yine Antonio Gramsci’nin “hegemonya teorisinden” hareketle Robert Cox; toplumsal yaşam ve ilişkilerde inşa edilen ve yönetilenlerin rızasının alınmasına ihtiyaç duyan hegemonyayı uluslararası ilişkiler çalışmalarına uyarlayarak hegemonyanın “zor” ve “rıza” dengesine dayalı olması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Gramsciyan hegemonya anlayışında sadece baskı ve güç kullanarak hegemon olunmaz, sistemdeki diğer aktörlerin ikna edilerek rızasının da alınması gereklidir. Keza en istikrarlı yönetimler rıza alınarak kurulan/rızaya dayalı olan sistemlerdir. Rızaya dayanmayan sadece “kaba güç” görünümündeki hegemonya meşru bir hegemonya niteliğinde değildir. Alican Ekren, “Antonio Gramsci’nin Hegemonya Kavramının Uluslararası İlişkiler Disiplinine Girişi ve Yorumlanması”, Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 14 (2), (2022), s. 150. iii Fareed Zakaria, The Post-American World, Norton & Company, New York: 2008. ivMax Bergman, “The Transatlantic Alliance in the Age of Trump: The Coming Collisions”, Center for Strategic & International Studies (CSIS), 14.02.2025 https://www.csis.org/analysis/transatlantic-alliance-agetrump-coming-collisions 25.04.2025 v Özellikle Amerikan hegemonyasındaki küresel sistemi sık sık eleştiren ve başkaldıran Asya kıtasındaki bu iki küresel aktörün (Rusya ve Çin) ABD’nin küresel hegemonyasını pekiştiren ayaklardan biri olan global ekonomi konusunda doların ($) temel para birimi olduğu dolarizasyon sistemini akamete uğratmak için en azından kendi aralarındaki ekonomik ve ticari ilişkilerde yeni bir para birimini kullanmaya başlamaları Doların küresel para birimi konumunu sarsacak bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bkz: Cüneyt Tuncer, “Global Financial Dynamics: The Dollar, the Euro, and BRICS Strategies” Finance and Macroeconomy, LinkedIn, 14.02.2025 https://www.linkedin.com/pulse/global-financial-dynamics-dollareuro-brics-c%C3%BCneyt-tuncer-dedsf/?trackingId=KpAxDOWrSnyONqktaHdFyA%3D%3D 25.04.2025 vi “Post-Vestfalyan dönem” diyebileceğimiz günümüz sisteminde modern ulus-devletin içeride egemenliğine ortak olan, dışarıda ise sistemdeki baskın aktör konumunun sarsılmasına yol açan ve yeni bir kavramsallaştırma olan “devlet-dışı aktörler” hakkında bkz: Muhittin Ataman, “The Impact of Non-State Actors on World Politics: A Challenge to Nation-States” Alternatives: Turkish Journal of Internaional Relations, 2 (1), (2003): 42-66. vii “U.S.-China Relations: A Brief Historical Perspective”, A Report by the U.S.-China Policy Foundation, p.1- 11 https://uscpf.org/v3/wp-content/uploads/2014/08/backgrounder-on-US-China-relations.pdf 25.04.2025 viii Buket Önal, “Çin’in Kültürel Diplomasisi: Konfüçyüs Enstitüleri’nin Rolü ve Eleştiriler”, International Journal of Politics and Security, 2 (4), Çin Özel Sayısı, (2020): 217-245. ix Jeffry Reeves, “China’s Expanding Influences in the Middle East and North Africa”, The Institute for Peace&Diplomacy, 24.02.2025 https://peacediplomacy.org/2025/02/24/chinas-expanding-influence-inthe-middle-east-and-north-africa/ 25.04.2025 x Mehmet A. Kancı, “Çevrelenmesine Gerek Kalmayan Rusya ve Iskartaya Çıkan Avrupa”, Kriter, Yıl: 9, Sayı: 99, (Mart-2025), s. 66. xi Mehmet Babacan, “Rusya-Çin İttifakı ve Küresel Denklem”, Uluslararası Politika Akademisi (UPA), 05.03.2022 https://politikaakademisi.org/2022/03/05/rusya-cin-ittifaki-ve-kuresel-denklem/ 25.04.2025 xii Burhanettin Duran, “Küresel Liderlik Eksikliği”, Kriter, Yıl: 4, Sayı: 45, (Nisan-2020): 6-8. xiii Hüseyin Kalyoncu, Shatlyk Amanov, “Orta Asya Enerji Kaynakları ve Enerji Bağlamında ABD’nin Orta Asya Politikası”, Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2. (2010), s. 38. xiv Stacie E. Goddard, “The Rise and Fall-of Great Power Competition”, Foreign Affairs, 22.04.2025 https://www.foreignaffairs.com/united-states/rise-and-fall-great-powercompetition?utm_campaign=fb,li&utm_content=&utm_medium=social&utm_source=facebook,linkedin