Mekân’da Varlık Bilinci: Yapısal Ahşabın Geçmişi ve Geleceği

‘Türk Evi’, ‘İslam Mimarisi Konutu’ veya ‘Geleneksel Konut’, ‘Osmanlı Evi’ gibi isimlerle tanınan bu konut tipolojisi, bir yapım tekniğinden çok bir inanca dayalı ontolojik varlık çerçevesinde meydana gelmiştir. Büyük camilerin taş, konutların ve mescidlerin (küçük camiler) ahşap yapıldığı Osmanlı döneminde, manevi yönüyle ahşap geçiciliğin veya faniliğin bir sembolüdür.

KÜBRA NUR TAŞDAN

11/17/20257 min read

Bir mekânda var olma bilinci, mimari-insan arasındaki ilişkinin organik, maddi, ruhi ve fikri düzeylerde disiplinler arası uyuma bağlıdır. Yüzyıllara yayılabilen bu süreç, kültür, zaman, dini inanç, coğrafya ve tarihi aidiyetlerle şekillenir ve kimlik inşasıyla bir üst aşamada vücut bulur. İşte mimari tam olarak bu noktada insanın kendini bilmesi, amacını belirlemesi ve çevresini tanımasıyla varlık alanında “bilinci, biçimler dünyasına taşır”. Turgut Cansever’in mimari anlayışını özetlediği bu ifadesi, derinliklerinde anlam-malzeme ilişkisine işaret eder gibidir. Zira mimari yapılar, inşa malzemelerinin taşıdığı özgünlük ve varlık anlayışları ölçüsünde bir işlev üstlenir. Yapı malzemeleri bölgeye, kültüre ve yapının niteliğine göre değişkenlik gösterir. Ancak bütün bunların ortak noktası taş, kerpiç (toprak), ahşabı kapsayan ‘geleneksel’ dediğimiz malzemelerdir. Özellikle ahşap, ilk barınaklardan bugün içinde yaşadığımız evlere kadar her alanda kullanılmış ve zamanla insan hayatında önemli bir yer edinmiştir. Organik, kolay işlenebilen, beraberindeki yapı malzemeleriyle uyumu sağlandığında çok uzun ömürlü olabilen, esnek ve doğal yapısıyla, ahşabın mimaride kullanımı daima bir ihtiyaç olmuştur.

Dünya’da teknolojik gelişmelerle birlikte 19. yüzyılda çelik, beton gibi yeni malzemelerin keşfi sonrası, Osmanlı döneminde de yangınlara karşı önlem olarak taş ve tuğla yığma sistemler yaygınlaşmıştır. 20. yüzyıla gelindiğindeyse ahşabın taşıyıcı nitelikteği göz ardı edilmeye başlanmış, yapılarda kullanımı azalmıştır. 1940’lardan itibaren inşaat sektörü çimento, taş ve çelik malzemeye yönelmiş, Anadolu’nun kırsal yerleri dışında geleneksel malzemeler neredeyse hiç kullanılmamıştır.

21. yüzyıldaysa sürdürülebilirlik kavramının önem kazanması ve geleneksel ahşaba göre dayanım özellikleri yüksek olan endüstriyel ahşabın ortaya çıkması ve bilinirliğinin artmasıyla tekrar değeri hatırlanmıştır. Ahşap, artık dünyanın çoğu bölgesinde, bina yapı sistemleri içerisinde, özellikle İsveç, Norveç, Finlandiya, Kanada ve ABD’nin kuzey eyaletleri ile Japonya, Yeni Zelanda ve Avustralya’da ciddi bir oranda kullanılmaktadır. Türkiye’deki yapılarda henüz bu düzeylerde inşaat sektöründe yer alamasa da, halihazırda varlığını sürdüren ahşap direkli camiler, sivil mimarlık yapıları vb. miras yapıları da Türkiye’deki en kıymetli ahşap yapı örnekleridir. Ülkemizde, ahşap iskeletli yapım tekniğiyle inşa edilen en erken tarihli konut örnekleri on yedinci yüzyıla dayanmaktadır. ‘Türk Evi’, ‘İslam Mimarisi Konutu’ veya ‘Geleneksel Konut’, ‘Osmanlı Evi’ gibi isimlerle tanınan bu konut tipolojisi, bir yapım tekniğinden çok bir inanca dayalı ontolojik varlık çerçevesinde meydana gelmiştir. Büyük camilerin taş, konutların ve mescidlerin (küçük camiler) ahşap yapıldığı Osmanlı döneminde, manevi yönüyle ahşap geçiciliğin veya faniliğin bir sembolüdür. Oda, eyvan, sofa, seki, köşk, hayat, harem ve selamlık gibi mekânlarıyla İslami yaşam biçimi bağlamında şekillenen Osmanlı Evi, oldukça esnektir.

Şimdiye kadar saydığımız olumlu özellikleriyle ahşap, geleneksel Türk mimarisinin temel malzemelerinden biri olmuştur. Osmanlı Evi için güneş, rüzgar, topografya, iklim gibi çevresel faktörler barınma ihtiyacı için hem bir sorun hem de çözüm yöntemleri geliştirilmesine fırsat tanıyan tasarımsal ilham kaynaklarıdır.

Antik dönemden itibaren farklı yerlere özgü geleneksel ve tarihsel değerler oluşmuş, ancak modern mimari bu değerlerden git gide uzaklaşma yolunu seçerek yoksullaşma ile sonuçlanmıştır. Modern mimariyi eleştiren postmodern mimari, çağdaş malzemelerle gelenekseli yeniden canlandırma fikriyle kaybedilen değerlere dönebilineceği inancını taşımaktadır. Oysa mesele sadece teknik olmadığı gibi sadece sosyolojikte değildir. Heidegger diyor ki “ikamet etmek için inşa etmek gerekir”. İkamet etmek üzere inşa etmek, içerisinde kullanıcı taleplerinin ve toplumsal değerlerin dahil olduğu geleneksel mimarinin sağladığı bir imkandır. Bugün sürdürülebilirlik kavramına dayandırılan bu uygulamaların bir kısmı Antikiteden beri geleneksel hayatta bilinmekle birlikte, asıl mahiyetini tevazu ve sade yaşamı öncüleyen İslamiyetin yayılmasıyla kazanmıştır. İlkesel olarak bir konutta hayat bulmasıysa, mahremiyeti gözeterek ve komşunun güneşini kesmeyecek şekilde yapılar yapmama gibi hassasiyetlerle inşa edilen Osmanlı Evi’yle olmuştur.

Bu evler topoğrafyaya, kullanıcı taleplerine göre farklılaşır hatta mekanların işlevsellik kazanmasıyla mahalle kültürü içerisinde ortak, alışıldık bir deneyim sunar.

Bekir Ayvazoğlu’na göre ahşap yapılarda kullanılan mimari elemanlar eşsiz estetik imkanlara sahiptir.Ona göre, “tıpkı Arap alfabesindeki harfler gibi, son derece orijinal kompozisyonların kurulmasını sağlıyor, bazen küçük ve düzensiz bir arsa parçasının üzerinde zarif çıkmalarla şiir gibi bir mimarî yükseliyordu.”

Tipik bir Osmanlı evi, parça-bütün ilişkisine sahipken herhangi bir ilave yapıldığında da aynı niteliğini koruyabilmektedir. Böyle bir esneklik ahşap veya kagir yapılarda görülen bir imkandır. Aksine betonarme yapılar, bir rijitlik merkezi etrafında planlanır. Projede, başından sonuna kadar gridal akslarla şekillenmesiyle de sabit bir bütünlüğe sahip olur.

Son yıllarda restore edilmiş veya sağlam durumdaki geleneksel ahşap yapıların depremlerdeki tatmin edici davranışları ve dünyada büyük tartışmalara yol açan sürdürülebilirlik konuları yeni soruları da beraberinde getirmektedir: Ahşabın yaygınlaşması geçmişe dönüş mü, mecburiyet mi? Geleceğin mimarisi geleneksel malzemelere dönüşle mi mümkün olacak? Kerpiç, ahşap veya taş gibi doğal malzemeler, geçmişte hayat şartlarının getirdiği bir zorunluluktan dolayı kullanılmaktaydı. Oysa bugün kısaca alçılı kerpiç tanımıyla bilinen alker, endüstriyel ahşap gibi çeşitli türevleri üretilen doğal malzemeler, geleceğin en önemli mimari unsurları olmaya adaydır. Bunlardan yapısal ahşap malzeme (Enginereed Wood Products, EWP) grubunda olan Çapraz Tabakalı Ahşap (CLT) ve Tutkallı Tabakalı Ahşap (Glulam) sistemler taşıyıcı olarak geniş imkanlar sağlar. Çeşitli tasarım argümanlarıyla hayatımıza giren yeni ürünlerden özellikle yapısal ahşabın kullanıldığı pek çok proje, araştırmacılar tarafından yakından takip edilmektedir. Ancak teknik ve sosyolojik çalışmalardan habersiz, günümüzün modern insanı, bu projeleri otantik veya nostaljik bir öge olarak algılayabilmektedir.

Önceki yapıların hemen hepsi ahşaptı. Dolayısıyla, geride hiçbir iz bırakmadan kaybolup gittiler.” (Modern Dünyanın Bunalımı-Rene Guenon)

Oysa Rene Guenon’a göre yok olan izler, yani inşaat tarzındaki değişimler, bir milletin varlığının genel koşullarında önemli farklılaşmanın olduğu gerçekliğini eş zamanlı bir şekilde gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla milletlerin varlık anlayışlarındaki genel kabuller, bu değişimle büyük ölçüde farklılaşmıştır. Biz modern mimariyle mi varız, bir kimlik, kültür veya ontolojik bir bilinçle mi varız?

Antik çağın ünlü mimar ve mühendisi Vitruvius, MÖ. 1. yüzyıla dayandırılan eserinde dönemin yaradılış anlayışı üzerindeki varlık kabullerini dört elemente dayandırır. Önce yaradılışı hava, su, ateş ve toprağı içeren bu elementlere göre çokluk-azlık ilişkisi kurarak sınıflandırır. Kara, su ve hava hayvanları şeklindeki sınıflandırmasında kuşlar, balıklar ve kara hayvanlarının doğası birbirinden ayrılır. “Kara hayvanları hava ve ateşten meydana gelir, ancak az toprak ve çok su içerdiğinden suda fazla kalamazlar.”

Dönemin varlık anlayışı, karada hayatta kalabilen insanın doğayla, toprakla hemhal olması gerektiğini söyler. Rene Guenon’a göre bütün Doğu uygarlıklarının ortak noktası olan bu geleneksel karakter Batı’da Antik-Orta Çağ dönemini kapsar. Ancak İslam mimarisi özelinde incelendiğinde anlam yönüyle ciddi farklar bulunmaktadır.

Bugün kalıcılık bir konfor veya iz aracı haline gelmiştir. Oysa sürdürülebilirlik kavramı tam da bu noktada doğaya saygı, estetik ve uyum konularıyla bize geçmişimizi hatırlatır ve geçiciliğe, faniliğe bugünden bir kapı aralar. Sanılanın aksine, ahşabın yeniden kullanılması bir geri dönüş değil, öze veya kendine dönüştür. Ahşabı yapı malzemesi olarak yeniden kullanmaya başladığımızda mimariye sunduğu tasarımsal, esnek ve estetik imkanları sayesinde daha insan odaklı yapılar inşa edebiliriz. Belki bu sayede modern insanlar için inşa edildiklerinden sakinlerinden de modern insanın davranış biçimini talep eden yapılar yerine, medeniyetimizdeki esnek, hassas geleneksel mimari anlayışın imkanları bugüne taşınabilir. Netice de ahşap hep vardı, daha kullanışlı bir şekilde de var olmaya devam edecektir.

Faydalanılan Kaynaklar

Can, S. A., & Özipek, B. (2019). Sürdürülebilirlik Kavramı ve Mekânda Biçimlenişi. Yalvaç Akademi Dergisi, 4(1), 41-55.

Çalışkan, Ö., Meriç, E., & Yüncüler, M. (2019). Ahşap ve ahşap yapıların dünü, bugünü ve yarını. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 6(1), 109-118.

Düzenli, H. İ. (2009). İdrak ve İnşa: Turgut Cansever Mimarlığının İki Düzlemi. Klasik Yayınları.

Elliott, B. (2022). Mimarlar İçin Benjamin (Çev, Angı S. K.). İstanbul: Ketebe Yayınları.

Guenon, R., (1986). Modern Dünyanın Bunalımı. (Çev, Kanık, M.) İstanbul: İnsan Yayınları.

Oğurlu, İ. (2024). Doğal-Ekolojik Üç Yapı Malzemesi Taş-Kerpiç ve Ahşap İçin Sürdürebilirlik Analiz Modeli. Avrupa Bilim ve Teknoloji Dergisi, (53), 150-167.

Tunalı, İ. (2022). Tasarım Felsefesi: Tasarım Modelleri ve Endüstri Tasarımı. Ankara: Fol Kitap.

Vitrivius, (2021). Mimarlık Üzerine. [Çev, Ç. Dürüşken, Libri VI (2020)]. İstanbul: Alfa.

Yücel, G. (2018). Ahşap ve Mimarlık Eğitimi: İstanbul Örneği. Mobilya ve Ahşap Malzeme Araştırmaları Dergisi, 1(2), 62-77.